Umursamaz Rüştü bir bilgiseveroftu, düşünce sistemlerini alt üst edecek bir felsefe geliştirdiği iddiasındaydı. Bütün sorun, kendisini anlamayan insanlardı.Yalaka Hamdi de bir bilgiseveroftu. Belki onu anlayabilirdi ama, o da zengin ya da üst kademedeki insanlara yağ çekmekten başka bir şey yapmıyordu.
Umursamaz Rüştü bir bıçak,bir karpuz ve bir mum aldı. Kimsenin göremeyeceği çimenlik bir yere oturdu. Karpuzun üst kapağını kesti. Kabuğa hiç zarar vermeden karpuzun içindeki kırmızı kısmı çıkardı ve yedi. Bu sıcak havada doğrusu iyi gelmişti. Öyle haz vermişti ki bu karpuz ona… Tadı damağında kalmıştı. Bir ara karpuz üzerine bir felsefi sistem kurmayı bile düşündü ama çabucak bundan vazgeçti. İçi boş olan karpuz kabuğunun dışında özenle sekiz- on tane pencere açtı. Karpuz kabuğunun açık olan kapak tarafına iki tane delik delerek bu deliklere elle tutulabilecek bir ip bağladı. Bir iki saat kuruması için karpuz kabuğunu güneşe bıraktı. İyice kuruduktan sonra bir mum yaktı, yanan mumdan karpuzun içine biraz sıcak sıvı akıttı ve mumu onun üzerine dikti.
Bir keçi sesi duyup sesin geldiği tarafa baktı. Bir oğlak meleyen annesini emiyordu. Bu sırada burnuna kızarmış et kokusu geldi. “Oğlağı gördüm ağzım sulandı. Demek ki insani zaaflarımı yenemedim!”diye düşündü, ama biraz ileride üç sarhoşun çatallı iki oduna taktıkları bir oğlağı nar gibi kırmızı ateşin üzerinde kızarttıklarını gördü. Bu görüntü ona ilham verdi. Kağıdını kalemini hemen çıkardı ve felsefe tarihine bir not daha düştü:“Doğmak ne kadar zor! Çünkü her canlının bu dünyaya gelebilmesi katrilyon kere katrilyon, belki de daha fazla ihtimale bağlı. Oysa ölüm öylemi? Kısacası canlanmak çok zor, ölüm ise çok kolay.”
● ● ●
Umursamaz karpuzunun ipinden tutarak yürümeye başladı. Oyun oynayan dörtlünün yanına geldiğinde avazı çıktığı kadar bağırdı:
-Zaman bu kadar ucuz mu, bu kadar bol mu?
Cevaplar gecikmedi:
-Sana ne bizim zamanımızdan!
-Sadece sizin değil; o zamanda benim de, herkesin de hakkı var. Böyle hovardaca harcayamazsınız.
-Bilgiseverof, gel oturbir çay iç! İçirici bir çay ya da oralet ver bizim felsefecimize! Belki iyi gelir. Baksana gene üşütmüş iyice. Elindeki o delikli karpuz da ne? Onun içinde ışık mı yanıyor?
-O karpuz değil. Fener,fener…
-Güpegündüz elinde fenerle niye dolaşıyorsun o zaman?
-Beni anlayacak adam arıyorum. Daha doğrusu akıllı bir adam arıyorum.
-Oyunun içine ettin! deyip zaten oyunu bozmak için bahane arayan Pişpirik Mehmet kağıtları atarak masadan kalktı. Diğerleri homurdanarak itiraz ettilerse de Pişpirik Mehmet’in mızıkçılığı üstünde olduğundan tekrar onu masaya çekemediler.
Bilgiseverof iyice öfkelenmişti. Tepinerek söyleniyordu. Öyle ki alnından terler,burnundan sümükler akıyordu. Bir ara ter ve sümüklerini gömleğinin koluna sildi. Bunu gören Hanımcık Metin “Ööö”diye böğürerek tuvalete doğru koştu. Pişpirik Mehmet:
-Felsefeci yeter.! Dedi..
Ama o duymadığı için Pişpirik, sesini daha da yükseltti.
-Gündüz fenerle adam arayan Diyojen bozuntusu, mukallit felsefeci, kes artık da kafamızı dinleyelim!
Bu itham daha da kızdırdı bilgiseverofu ve :
-Diyojen de kim oluyormuş benim yanımda! Onun ömrü fıçıda geçmiş. Benim bir fıçım bile yok. Çöplükte mikroplarla kardeş kardeş yaşıyorum. O, dereden tatlı su içermiş, ben mahalle çeşmesinden koli basili dolu su içiyorum. O, organik olarak üretilen lahana yermiş, ben ise hormonlu sebzeyi bile bulamıyorum. Hükümdara kabadayılık ettiği için herkes onu alkışlıyor, ben ise medeniyete,teknolojiye ve çağa karşı direniyorum. Söyleyin, o mu büyük ben mi?
-Bizden olduğun için tabii ki sen büyüksün sevgili Umursamaz Rüştü bilgiseverofumuz! dedi İşbitirici Sait.
Bu söz felsefeciyi yumuşatmaya yetmişti. Karpuzdan fenerini aldı, herkese selamını verdi ve dışarı çıktı. İşte Sait bir iş daha bitirmişti. Doğrusu şansı bugün ona gülüyordu.
● ● ●
Devam edecek....
Ömer Faruk Hüsmüllü
Comments
0 comment