Memleketim’i yasa boğan o acı haberi Al-Makam, bir çay ocağının kaldırıma koyduğu taburesi üzerine oturmuş çayını içerken yanındaki Kuruntulu Soner, Pipirikli Bülent, Mirasyedi Cafer, Kasıntı Rami ve Doymaz Hamit’in konuşmalarından öğrendi.
-Pipirikli bu günlerde kendine hastalık yakıştırmaz oldun, yoksa bitti mi hastalıkların? Kuruntulu Soner de sana benzemeye başladı yavaş yavaş, dedi Doymaz Hamit.
-Biter mi be Hamit abi? Çok var da dalga geçersiniz diye korkudan söyleyemiyorum. Dünden beri kolum ağrıyor, acaba kalp mi var bende? Bu sabah da midemde ve böbreklerimde bir ağrı ile uyandım. Çok affedersiniz tuvalete gittiğimde idrar yollarında bir yanma bir yanma var ki, anlatamam. Gastrit mi desem, ur mu desem, prostat mı desem bilemiyorum. Doktorlar da bıktı benden, iki günde bir gidiyorum çünkü. Teşhis koyacaklarına beni azarlıyorlar.
-Bırak bu kuruntuları Bülent! Genç adamsın sende prostat ne gezer? Diğerleri de yoktur. Paranı doktora ve ilaca vereceğine, git bir hafta tatil yap gel! Göreceksin ne hastalık kalır ne de kuruntu...
Buna alınan Soner :
-Hep bana laf atarsın Hamit abi, ama kendi kulaklarınla duydun. Bak Pipirikli’nin durumu benden de kötü, dedi.
Konuşmayı bir arabanın ani fren sesi böldü, bir daha, bir daha... Anlaşılan kendi aralarındaki deyimiyle bir genç “lâstik çektiriyor”du. Kasıntı Rami buna sinirlendi:
-Ana baba parasıyla almışlar altlarına bir araba, ne rahatsız olan vardır ne de başka insanlara tehlike yaratabilirim diye düşünürler. Terbiyesizler! dedi. Mirasyedi Cafer hemen atıldı:
-Rami bey, böyle konuşuyorsun, ama bunu yapan senin oğlan. Az önce bizim evin önünde gördüm onu. Lastik çektirmekle kalsa iyi, hızla giden arabayı kendi etrafında fır fır döndürüyordu.
-Benimki de olsa sözüm yine geçerli.
Konuşmaya tekrar Doymaz Hamit de katıldı:
-Benim aklım şuna ermiyor bir türlü. Rami beyin hanımı çalışmaz, kendisi benim gibi bir memur. Alsa alsa bin lira maaş alır. Yani yoksulluk sınırının bile çok altında bir maaş bu. Neredeyse açlık sınırında bir geliri var. Buna rağmen altında araba var. Bu maaş arabanın yağına, benzinine, arızasına, kaskosuna, trafik sigortasına, vergisine bile yetmez. Rami bey, bu işin sırrını bize de öğretsen diyorum.
-Biz senin gibi boğazımız için çalışmıyoruz Doymaz! İşin sırrı az yemek, az ye de senin de olsun...
Mirasyedi Cafer:
-Araba maraba istemem, dökülü param olsa gene almam. Sülük’ün oğlu ve üç arkadaşı dün gece araba yüzünden ölmediler mi?
-Vah vah, yazık! Hangisi gitti Sülük’ün oğullarından?
-Hani safça olan, doktor lakaplı çocuk vardı ya, o.
-O çocuk daha iki gün önce askerden gelmedi mi? Herkes çürük raporu almaya uğraşır askere gitmemek için, Saffet de ona torpille sağlam raporu almış askere gitsin diye. Çocuk tek başına yolda yürüyemiyor, askerlik nasıl yapacak? Ona ehliyet falan da vermezler. Babası görmeden almıştır arabayı.
-Olur mu, kapı gibi ehliyeti varmış. Benim yeğenle aynı birlikte askerlik yapmışlar. Orada göstermiş ona ehliyetini. Yeğen anlatıyor da aslında askerde de tam perişanlıkmış hali. Herkes alay edermiş bazı geceler altına işediği için.
-Özürlü olduğundan kız vermezler diye onu askere gönderdi Sülük.
-Ne oldu şimdi? Gelinim olsun derken, oğlunu da kaybetti. Ya öteki üç gencin günahı neydi, pisi pisine gittiler.
-Niyet Müdürü kaza yerinde kendisi inceleme yapmış. O da tanıdığı için “bu çocuğun ehliyeti yoktur” diye düşünmüş ama ölünün ceplerine baktığında ehliyeti görüp küplere binmiş. Hemen istifa dilekçesini vermiş Al-makam vekiline. Zaten emekliliği de gelmişti.
-Müdür ne bilecek kim ehliyet alıyor, nasıl alıyor? Onun bir suçu olmasa gerek.
-Adam bizim gibi düşünmüyor. ”Bu olayda benim de ihmalim ve kusurum var.” diyor ve ısrarlara rağmen istifada diretiyormuş.
-Cenazeler ne zaman kalkıyor? Öğlen namazına ise az kaldı.
-Galiba öğlen, hadi kalkalım.
Onlarla birlikte Al-Makam da yerinden kalktı, çünkü o da bu dört gencin son yolculuğunda bulunmak istiyordu. Bu olay onu çok etkilemiş ve bir yakınını kaybetmişçesine acı ve üzüntü duymuştu.
● ● ●
Devam edecek....
Ömer Faruk Hüsmüllü
Comments
0 comment