Dertli Yeliş’e Nazik Raciye, Kaşer Zuhal, Suratsız Sevda ve Çişli Remziye misafir olarak gelmişlerdi. Daha doğrusu kendi aralarında düzenledikleri “altın günü”nde sıra Dertli Yeliş’te idi. Her hafta birisinin evine misafir oluyorlar ve aralarında topladıkları para ile aldıkları çeyrek altını, o ev sahibine götürüyorlardı.
Tam keklerini yeyip çaylarını içtikleri sırada kapı zili uzun uzun çalmaya başladı. Yeliş koştu, açtı. Kapıda komşuları Kuruntulu Soner vardı.
-Buyur Soner, hayırdır!
-Yeliş abla, sorma be, başıma bir iş geldi. Zaten her şey de beni bulur ya!
-Bırak şu kuruntuları da bulmasın.
-Bak, ayak bileğimin bir karış üzerinde kırmızı bir yara çıktı. Ne biçim dertse anlayamadım. Hem kaşınıyor, hem de ağrıyor.
-Yılancıktır o.
-Çaresi var mı be Yeliş abla? Sen bilirsin!
Soner böyle demekte haklıydı, çünkü hastane doktorları, özel doktorlar, şifalı bitkiler, okuyup üfleyenlerle ilgili her şey hakkında Dertli Yeliş’in bilgisi vardı.
-Çaresi olmaz mı, var elbette.
-Nedir çaresi?
-Meczup Muammer bir okusun bir şeyin kalmaz.
-Meczup ne bilecek böyle şeyleri. O şarapçı ne anlar bundan?
-Öyle deme, yılancığı geçirmede o bir numaradır. Bir derin hocadan zamanında el almış. Git ona, bul derdine çare!
-Ben evini tam bilmem be Yeliş abla, sen de gelsen!
-İçeride misafirler var, onlara söyleyeyim, beş dakikada gider geliriz.
Meczup Muammer, o gece sabaha kadar şarap içmişti. İddiacı Veysel, dört-beş kiloluk bir damacana şarap almış, ucuz diye. Bir bardak içmiş, ama ağzı zehir gibi olmuş. O da damacanayı Meczup’a vermiş. Meczup da tabii bayram yapmış. Sızıp uyuduğunda sabah namazı çoktan geçmiş.
Meczup’un bir kısmı yıkılmış olan, küçücük bir bahçenin içindeki iki göz oda evine gelip tahta kapıyı uzun uzun çalan Yeliş ve Soner, kendilerini Meczup’a duyuramayınca önce kapıyı yumrukladılar, sonra da cama vurdular. En sonunda duydu ve kapıyı açtı. Görünüşü korkunçtu, Soner titremeye başladı. Geldiğine geleceğine pişman olmuştu.
-Ne var, manyak mısınız siz? Evin geri kalanını da siz mi yıkacaksınız?
-Kusura bakma, bir hastamız var da, dedi Yeliş.
-Ben bu gün hastaya mastaya gidemem.
-Gitmen için gelmedik, hasta burada. Yılancık çıkmış ayağında, deyip Soner’i gösterdi.
-Tamam, dedi Meczup ve bahçesindeki gülden bir küçük dal koparıp Soner’in ayağındaki yaranın üzerine birkaç kere sürttü ve bir şeyler mırıldandı. Dua filan okuduğu yoktu, aklına gelen tüm küfürleri içinden sayıyordu.
-Oldu,deyince para vermesi için, şaşkın şaşkın bakan Soner’i dürtükledi Yeliş. O da beş lira parayı Meczup’un eline sıkıştırdı.
Oradan ayrılıp Yeliş’in evinin önüne geldiklerinde Soner’e sordu:
-Ağrın azaldı mı?
-Biraz azaldı gibi, kaşıntı da yok, deyip pantolonunu sıyırdığında ne yara ne de kızarıklık vardı. Yeliş:
-Demedim mi sana,dedi.
● ● ●
Yeni Al-Makam’ın bir hafta sonra görevine başlayacağı tüm Memleketimliler tarafından duyulmuştu. Sevinenler de vardı bu habere, üzülenler de. Kim olduğunu tanımıyorlardı ama bir çok kişinin gene de bazı şeyleri kaybetme korkusu uykularını kaçırmıştı.
Herkes kendi çapında bu karşılama için bir şeyler yapma gayreti içine girdi. Ne kadar Al-Makam’ın geçme ihtimali olan cadde varsa hepsindeki çukurlar kapatıldı, deterjanlı sularla bırakın caddeleri bazı sokaklar bile yıkandı. Çöp konteynerleri yeniden boyandı, kaldırımlara bazısı doğal bazısı da yapma çiçekler ekildi.
Karşılama töreni için yapılacak masrafları karşılama konusunda zengin Memleketimliler oldukça cömerttiler. Bilhassa Fabrikatör Mikdat ve Sülük Saffet kesenin ağzını iyice açmışlardı. Karşılamada kurban edilmek üzere üç tane deveyi de şimdiden hazırlamışlardı bile.
Resmi dairelerde işleri yapılmayanlar, komşusuyla kavga edenler, çocuğuna zayıf not verilenler, işten çıkarılanlar, vergilerden yakınanlar, yeni park ve oyun alanları isteyenler, Kaçıkspor’un şampiyonluğunun iptalini arzu edenler, tren ve otobüs ücretlerinin pahalılığından yakınanlar... gibi birçok kişi ya dilekçelerini ya da pankartlarını hazırlıyorlardı.
Bilgiseverof Yalaka Hamdi, bugün için, yağcılıkla dolu bir şiir yazmış, bununla da yetinmeyip Memleketim tarihçilerinden bu önemli günün bir bayram olarak tarihe not düşülmesini istemişti.
Yeni Al-Makam sayesinde Demirkoparan bol bol kelle yiyebileceğini, Dertli Yeliş istediği doktora muayene olabileceğini, Hoştunuz Sami kuaförüne gelenlerin sayısının artacağını, Mirasyedi Cafer kendisine zengin bir kapı bulunabileceğini, Astikli Zifir Ömer fabrika dumanlarının engelleneceğini, Şopar Hüsnü düşük faizli kredi verilip bir at alabileceğini, Hayat Kısa Sadık minibüsünü yenileyebileceğini, Çok Öğretir Mahmut özel ders vermenin serbest bırakılacağını, Gülgeç Ayla bir koca bulabileceğini, İşbitirici Sait yeni imar alanlarının açılacağını umuyorlardı.
Bu gelişten hiçbir beklentisi olmayanlardan birisi de Bilgiseverof Umursamaz Rüştü idi:
-Zararı olmasın da, faydasından zaten vazgeçtim, diyordu.
● ● ●
Nihayet o gün de geldi çattı. Heyecan doruktaydı. Yapılanlar tek tek kontrol ediliyor, varsa bir eksik hemen gideriliyordu. Memleketimlilerin çoğu Hükümet Konağının etrafındaki yerlerini almışlardı. Okullar tatil edilmiş, çocuklar tek sıralar halinde caddelere ellerinde bayraklarla dizilmiş, bandoya ilaveten davullar zurnalar çalmaya başlamıştı. Kurban edilecek develer süslenmiş bahçede hazır bekletiliyorlardı. Bunlar arada bir ortalığı kirlettiğinde bir görevli bu pisliği hemen süpürüyor, ardından da oraya kovalarca su döküyordu.
Yalnız önemli bir sorun vardı: Al-Makam nereden ve ne ile gelecekti? Bunu tartışan karşılama komitesi, tüm caddelerin girişlerine “Hoş geldiniz” pankartlarının asılmasına ve buralara ellerinde telsiz olan görevliler konmasına karar verdi. Bu görevliler resmi bir araba ya da özel lüks bir otomobil gördüklerinde telsizle ilgililere durumu bildireceklerdi. Öyle ya koskocaman Al-Makam trene ya da otobüse binip gelecek değildi ya!...
Saat 14’ü geçtiğinde bekleyenlerin çoğu söylenmeye başlamışlardı. Gelecekse gelsindi bu adam artık!
Yarım saat sonra birden Hükümet Konağı’nın kapısında bir hareketlilik görüldü, evet beklenen mesaj alınmıştı: Lüks bir dört çeker Şehit Onbaşı Koray Caddesi’nden giriş yapmıştı. Emirler yağdırıldı hemen ve çocuklar ellerindeki bayrakları sallamaya başladılar.Yol kenarındaki vatandaşlar da çılgınca alkışlıyorlardı. Bando sesini yükseltti, davullar patlatırcasına dövülmeye başlandı, zurnacılar avurtlarını olabildiğince şişirdi. Beşer kişilik üç ayrı grup develeri yatırıp, ayaklarını ve gözlerini bağlamaya çalışıyordu.
Lüks araç çok kısa süredeHükümet Konağı’na ulaştı, çünkü caddeye başka arabaların girişine izin verilmiyordu. Hemen önü kesilip Hükümet Konağının bahçesine girmesi sağlandı. Kasaplar besmele çekip bıçakları dayamışlardı develerin boğazlarına.
Araç içinden inenleri saygıyla karşıladı tören komitesi, bir genç kız Al-Makam olduğunu düşündüğü en şık olan adama bir buket çiçek verdi. Adamlar şaşırmışa benziyorlardı, bir şeyler anlatmak için uğraşıyorlardı, ancak sesleri duyulamıyordu. Sonunda Memleketimdeki bir arsayı görmek için gelen emlakçılar olduklarını anlayan komite başkanı kasaplara “durun!” anlamında bir işaret yaptı. Bir başka işaretle de bandoyu, davulcuları, zurnacıları susturdu. Ortalığa sıkıcı bir sessizlik hakim oldu. Herkesin morali bozulmuştu. Kasaplardan birisi:
-Bu hayvanlar böyle beklemesin, yazıktır. Bunların gözlerini ve ayaklarını çözelim, dedi. Komite başkanı kafasıyla bu teklife olur verdi.
● ● ●
Devam edecek....
Ömer Faruk Hüsmüllü
Comments
0 comment